top of page

Küresel İklim Değişikliği Kavramı

  • Writer: Hurrian Network
    Hurrian Network
  • Jan 2
  • 3 min read

Updated: Mar 11

KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KAVRAMI





İklim kavramı değişmez gibi görünse de, milyonlarca yıldır sürekli değişen bir kavramdır. Günümüzde pek çok insan, dünyanın geçmiş dönemlerinde iklimin sabit kaldığını sadece günümüzde değişmeye başladığını düşünmektedir. Bu tabii ki bir yanılgıdır. Günümüzde çok sık kullanılan Küresel İklim Değişikliği kavramı, insanın iklim üzerinde yol açtığı olumsuz etkilerden dolayı meydana gelen bir değişime işaret etmektedir ki, bu aslında antropojenik kaynaklı bir iklim değişikliği olarak literatürde yer bulmaktadır.


Sanayi devrimi ile birlikte fabrikaların ortaya çıkması ve artan şehirleşme eğilimi, aşırı miktarda bir fosil yakıt tüketim sorununu gündeme getirmiştir. Özellikle 20. Yüzyılın son çeyreğinde, fosil yakıt tüketimi, başta sanayileşmiş ülkeler olmak üzere, pek çok gelişmekte olan ülkelerde bariz bir şekilde tırmanışa geçerek, çok fazla miktarda başta karbondioksit olmak üzere metan gibi çeşitli sera gazlarının atmosfere karışmasına yol açmıştır. Bu gazlara sera gazı denmesinin temel sebebi; güneşten gelen ışınları yeryüzüne iletmesi ve geri dönmesine engel olmasıdır. Bu nedenle, dünya üzerinde küresel ortalama sıcaklıklar zaman içinde düzenli olarak artmaktadır. Bu etkiye “sera etkisi” adı verilmektedir. Dünya’yı bu bağlamda dev bir sera gibi düşünmek mümkündür. Fosil yakıt tüketiminin atmosfer üzerindeki etkilerinin en açık göstergesi, atmosferde özellikle karbondioksit yoğunluğunda zaman içinde görülen değişikliklerdir.


Yüzbinlerce yıllık süre zarfında, atmosferde karbondioksit seviyesi hiçbir zaman kritik eşik olan 300 ppm'i geçmemiştir. Fakat sanayi devriminden bu yana, özellikle, 20. Yüzyılın ortalarından itibaren atmosferde karbondioksit seviyesi 300 ppm’in üzerine çıkmıştır. 21. Yüzyılın başlarından itibaren 400 ppm sınırına gelmiş, ardından bu rakam günümüzde yaklaşık olarak 417 ppm değerine ulaşmıştır. Küresel ısınma özellikle 2000’li yılların başından itibaren etkilerini çok net bir şekilde göstermeye başlamıştır. Yapılan ölçümler ile özellikle arktik deniz buzunda kütlesel olarak 2010’lu yılların başında çok ciddi kayıplar yaşanmaya başlamıştır. Bu kayıp, hala günümüzde ne yazık ki, hız kesmeden devam etmektedir. Örneğin, 2019 yılı Temmuz ayı, Dünya’nın kaydedilen en sıcak ayı olarak kayıtlara geçmiştir. 2019 Eylül ayında ise uydu görüntülerinden minimum deniz buzu alanının son 41 yıl içerisinde gözlemlenen ikinci en küçük boyutta olduğu raporlanmıştır. Ayrıca 2019 yılında küresel ortalama deniz seviyesi, uydu ölçümlerinin başladığı 1993 yıl ortalamasının 87,6 mm üzerine ulaşarak, yeni bir rekor kırmıştır (Blunden ve Arndt, 2020).


IPCC raporlarına göre, aşırı fosil yakıt kullanımı, atmosferde karbon emisyon miktarındaki artıştan birinci derece sorumlu olarak gösterilmektedir. İkinci faktör ise, yanlış arazi kullanımı nedeni ile ortaya çıkan ormansızlaşmadır. Bitki örtüsünün tahribi sonucunda karbondioksit açısından doğal yutak teşkil eden alanların yavaş yavaş ortadan kalkması ile, atmosferde karbon emisyon miktarındaki artışa katkıda bulunulmaktadır. Fosil yakıtları içinde, özellikle kömür, atmosferde karbon emisyon miktarından birinci derecede sorumludur. Bunu petrol daha sonra ise doğalgaz takip etmektedir. Küresel İklim Değişikliği, yeryüzünde ortalama sıcaklığının giderek artırması sonucunda, okyanuslar başta olmak üzere, deniz suyu sıcaklıklarındaki artışlara bağlı olarak, buharlaşma artmakta, bu da atmosferin enerjisinin artmasına yol açmaktadır.


Atmosferdeki bu enerji artışı, beraberinde kasırgalar, hortumlar, sel ve taşkın gibi, ani ve şiddetli hava olaylarını getirerek olağandışı hava olaylarının sayısında ve frekansında ciddi artışlara yol açabileceği pek çok iklim senaryosunda yer almaktadır. Bu da, ileride özellikle iklim kökenli doğal afetlerin sayısında bir patlama yaşanacağı konusunu gündeme getirmektedir. Bu doğal afetler nedeniyle, sadece can ve mal kayıplarına değil, aynı zamanda pek çok bitki ve hayvan türlerinin nesillerinin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasından da ayrıca endişe edilmektedir.


Bunun yanında ileride özellikle orta ve sıcak kuşak da kurak günlerinin sayısının giderek artması sonucunda su kaynaklarının giderek azalması ve buna bağlı olarak bu bölgelerde yaşayan insanları çok zor koşullar bekleyebileceği olasılığına dikkat çekilmektedir. Bu durumunda çok büyük göç dalgalarına yol açılmasından ayrıca endişe edilmektedir. Çünkü bu büyük göç dalgaları ciddi anlamda dünya üzerinde ülkeler arasında krizlere hatta savaşlara varacak ölçüde sosyolojik bazı ciddi çalkantılara yol açabilecektir. Bu da hiç şüphesiz ülkelerin sosyo-ekonomik yapılarına büyük zaralar verebilecektir.

Msc Cpt Fatin AKSOYLAR

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page